Son günlerde dünya gündeminde yer alan bir gelişme, İsrail ve ABD'nin birlikte yürüttüğü gizli bir projeyi ortaya çıkardı. Siyasi ve sosyal kaosların etkisiyle, savaş bundan sonra yaşanacak yerlerin başında geliyor. Bu bağlamda, iki ülkenin Afrika'da yeni bir vatan arayışına girdiği iddiaları, ayrıca tartışmalara yol açtı. Bölgedeki istikrarın ve barışın sağlanması adına yapıldığı savunulsa da, bu durumun arka planında ne gibi hesapların yattığı merak konusu. İşte detaylar...
İsrail ve ABD'nin, insanların yaşam alanlarını değiştirip yönetim sistemlerini sil baştan oluşturmayı planladıkları Afrika, siyasi haritanın yeniden şekillendirilmesine yönelik önemli bir adım olarak değerlendiriliyor. Bu hamleler, iki ülkenin kendi jeopolitik menfaatlerini gözetmek için geliştirdiği bir strateji. Birçok analist, uluslararası politikada güç dengelerinin değişmesi durumunda, öngörülemez sonuçların doğabileceğini belirtiyor. Bunu destekleyen pek çok veri ve gözlem ise, ilişkilerin ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Bunu yaparken, özellikle de yaşam koşullarının zorlu olduğu bölgeleri hedef aldıkları da dikkat çekici bir detay.
Yürütülen araştırmalar, bu planın potansiyel hedef ülkelerinin hangileri olabileceği konusunda önemli ipuçları barındırıyor. Etiyopya, Sudan, ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi içinde bulunduğu siyasi istikrarsızlık ve krizlerle bilinen ülkeler, söz konusu fitneyi tetikleyici etmenler arasında ön plana çıkıyor. Bu noktada, İsrail’in geçmişte bölgeyle olan ilişkileri ve ABD’nin siyasi nüfuzunu artırma çabaları göz önüne alındığında, hedeflerin nihai sonuçları daha kısa vadede hissedilecektir. Hem geopolitik hem de toplumsal dinamikleri değiştirebilecek bir planlama içinde olduğumuz mala gelmektedir.
Afrika’nın zaten hayli karmaşık olan jeopolitik durumu, bu tür dış müdahalelerle daha da karmaşık hale gelebilir. Yerel halklar üzerinde yaratılacak etki, askeri ve siyasi biçimde kendini gösterebilir. Dış güçlerin desteklediği rejimlerin yükselmesi, halk ayaklanmalarını ve iç savaşları tetikleyebilirken, bu durum bölgedeki mülteci krizini daha da derinleştirebilir. Böyle bir durumun ortaya çıkması, daha da artan insani dramalarla sonuçlanabilecek bir spiral durum yaratabilir. Dolayısıyla, halkların kendi kaderini tayin hakkının ihlal edilmesi, insan hakları ihlalleri ve küresel güvencesizlik açısından büyük tehlikeler barındırıyor.
Son olarak, bu olayın dünya genelinde nasıl bir yankı bulacağı ise hâlâ muamma. Kimi çevreler, yürütülen bu tür planların ilerleyen dönemlerde daha fazla çatışmaya ve gerginliğe yol açacağını savunuyor. Bu tür hamlelerin, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda hareket eden güçler tarafından masum halkların üzerine yıkılmasını doğuracağını da unutmamak gerekiyor. Tüm bunlar, uluslararası toplumun dikkat etmesi gereken önemli noktalardan birisi olarak önümüzde duruyor.